Aşgülü Kaman’da
Aşgülü’nün yaşamış olduğu gerçek bu olay, yazım hayatına geçmeden önce günümüze kadar halk arasında bazen bir efsane, bazen de bir masal gibi kulaktan kulağa dolaşarak anlatılmıştır.
Aşgülü’nün yaşamış olduğu gerçek bu olay, yazım hayatına geçmeden önce günümüze kadar halk arasında bazen bir efsane, bazen de bir masal gibi kulaktan kulağa dolaşarak anlatılmıştır.
Oysaki Aşgülü’nün yaşamının bir kısmı Kaman’ın Yukarı çiftlik köyünde, bir kısmı Mollaosmanlar köyünde, büyük bir kısmı da Kaman ilçemizde geçmiştir.
Rabia Taşdemir, Aşgülü’nün yaşam olayını araştırıp yazım hayatına geçtikten sonra sosyal medyada dağılmaya başlamıştır.
Tahmini 1940 yılarında, kızının bir kaynar kazana düştüğünü veya bir tandıra düştüğünü gören Aşgülü, üzüntü ve sıkıntıdan sonra çok ağır ruh hastalığı geçirmiştir. Hastalığı günden güne artarak devam ederken kendisini idare edemez hale gelmiştir.
Hayatının son günlerini Kaman’da geçiren Aşgülü, kontrolden çıkarak üstü yırtık, saçları dağınık mecnun gibi dolaşmaya başlamış. Bu dolaşma sırasında itilmiş, kakılmış, bazı tanıyanlar yemesine ve giyimine yardımcı olsalar da kızının acısıyla ne yaptığını bilmeden deli devre gezmeye devam etmiş.
Aşgülü, bu deli devre gezmeleri sırasında gece ve gündüz bilmediği evlerin pencerelerine, kapılarına vurarak ve ağlamaklı seslerle kızının adını çağırarak, bağırarak dolaşmış.
Bu gezmeler, bağırıp çağırmalar, birçok ailenin çocuklarını korkutma ve uyutma sebepleri olmuş. -“Aşgülü geliyor, sus sesini çıkarma, yemeğini yemezsen, eğer uyumazsan seni Aşgülü’ne veririm,” gibi yanlış sözlerle çocuğunda derin korku izleri bırakmıştır.
Nerede öldüğü, mezarının nerede olduğu hakkında bir bilgiye ulaşamamış olsam da bazı bilen kişilerin bu konuya açıklık getireceğine ve daha bilinmeyen bilgilerin ortaya çıkacağına inanıyorum.
Kaynak kişilerden elde edindiğim bilgilere dayanarak internette yayınlanan yazının orjinalini hiç değiştirmeden aşağıda okuyabilirsiniz.
***
KAMANLI AŞGÜLÜ’NÜN GERÇEK YAŞAM ÖYKÜSÜDÜR.
Filiz ile Ayşegül’ün Öyküsü
Yayınlayan: Rabia TAŞDEMİR
Bu öykü 1940 yılları sırasında Kamanın Çiftlik köyünde yaşayan Gül Ayşe’nin hayatından alınmış bir parçadır ve gerçek yaşanmış bir olaydır.
Lakabı Filik olan Filiz güzel bakımlı bir kızdı. Evliydi, eşiyle de mutlu bir yuvası vardı. Bir yandan çiftçilikle uğraşırken diğer yandan kış aylarında gurbete çıkan eşi evinin geçimini sağlamak için gece gündüz çalışıyor, lakabı caizse eşi Filik hanımı kimseye muhtaç etmeden yaşayıp gidiyorlardı.
Filik hanımın özlemini duyduğu hayalini kurduğu bir bebekti. Çok istiyordu bebeklerinin olmasını ama kader onlara ağlarını çoktan örmüştü. Çocuğu olmuyordu. Zamanın hekimlerine bakınmalarına rağmen bir çocukları olmamıştı. Bir gün Filik hanım çok sevdiği eşini karşına alıp konuşur ve “bey Allah bize bir evlat nasip etmedi seni ikinci kez nikâhlayalım belki o eşinden bir evladımız olur da bizde çocuk sevgisinden mahrum kalmayız,” der. Eşi önce bu fikre karşı çıksa da sonra düşündükçe aklına yatar ve evet der.
Filik hanım başlar kendisine kuma aramaya ve Kaman’ın Yukarı Çiftlik köyünde Küçük ailesinden Aslan Küçük’ün kızı olan Gül Ayşe’yi bulur. Gül Ayşe’nin diğer ismi ise Ayşegül’dür. Ancak ailesi ona Gül Ayşe demiş ve öyle kalmış. Görücü usulü talip olurlar. Gül Ayşe zarif tatlı ve güzel bir kızdır. Ailesinin el bebek gül bebek büyüttüğü Gül Ayşe’nin de artık yaşı evlenme çağına gelmiştir. Babası uygun bulduğu için Gül Ayşe’yi Filik hanımın üzerine kuma olarak nikâhlarlar ve Gül Ayşe düğün dernekten sonra eşinin evine yerleşir. Kuması Filik yani Filiz hanımla da gayet güzel anlaşmaktadır. Mutlu bir yuvaya sahip olan üçlü çift güzel güzel geçinip giderler. Günler ayları kovalar. Çiftçilikle uğraşmaktadır.
Gül Ayşe ve Filik hanımın eşi dört gözle beklemektedir. Özlem duyduğu evlat sevgisini tatmak için. Ah ne olurdu onların da bir evlatları olsaydı kucaklarına alıp okşayıp sevebilseydiler. Herkes gibi onlar da evlatlarını bağrına basabilseydiler ve nihayet bir gün Gül Ayşe müjdeyi verir eşi ile Filik hanıma. Evet bir bebek beklemektedir. Gül Ayşe aile çok sevinçlidir. Dokuz ayı iple çekiyorlar, bebeklerini kucaklarına alacakları günün özlemi ile çaba sarf etmektedirler.
Günler aylar geçer nihayet bir erkek çocukları dünyaya gelir. Ailenin ortak kararıyla ismini Bayram koyarlar. Ailenin sevinç kaynağı olmuştu Bayram. Çok seviyorlar üzerine titriyorlardı. Filik hanım hiç ayrım yapmaksızın kendi evladı gibi sevip bağrına basıyordu ama için içinde bir kıskançlık başlamıştı. Filik hanım da nedensiz bir kıskançlık, ah bu da ne Allah’ım bana neler oluyor diye zaman zaman kendini sorguya çekiyordu. Filik kendi evlendirmişti eşini, kendisi istemişti. Şimdi neden kıskançlık damarları kabarıyor. Anlamsız huysuzluklara yol açıyordu. Gül Ayşe’yi nedense kıskanmaya başlamıştı. Gül Ayşe eşine bir erkek evlat verdiği için biraz da güzel olduğu için eşi onunla daha çok vakit geçiriyordu. Ayşe’yle daha çok ilgileniyor, sevgisini daha çok Ayşe’ye gösteriyordu. Bu duruma içerleyen Filik kafasında kuruntular meydana gelmeye başlamıştı. Haklı olarak kıskanıyordu kumasını. Âmâ ne yapsın ki kendi elleriyle teslim etmişti çok sevdiği eşini Gül Ayşe’ye.
Bu arada bayram büyüyüp serpilmekteydi. Gül Ayşe ikinci çocuğunu dünyaya getirmişti. Güzel bir kız çocukları olmuştu yine aile düzeni bozulmaksızın hayatları devam ediyordu. O dönemlerde imkânlar kısıtlı olduğu için bazı işleri hanımlar da yapmak zorundaydı. Örneğin makine yoktu. Şimdiki konfor düzen yoktu. Çamaşır yıkmak için dere kenarına çeşme başlarına gidilirdi. Harman zamanı buğday arpa biçilir dövende sürülür harmanda yel önünde savrulur ve mahsuller çıkartılırdı. Tabi bu işlerde Filik ile Ayşe gelin de eşine yardımcı oluyordu.
Bayram henüz altı yaşlarındaydı, kızları Elif de onbeş aylıktı. Filik ise öyle kıskanç bir tavır takınıyordu ki içi içini kemiriyor, hırsından kime çatacağını bilmiyor, hareketlerine anlamsız huysuzluk yaparak huzursuzluk çıkarıyordu. Bir gün Filik çamaşır yıkamak için evin arka bahçesine kurmuş olduğu ocağı yakıp üzerinde zamanın tabirine göre küpeli dedikleri büyük ve bakır kazana suyu doldurup koyar fokur fokur kaynatır. Öyle de öfke ve hırs dolu ki sanki kalbi bir anda taş kesilivermişti. Kumasına, “Gül Ayşe, sen harmana yemek götür, ben de çocuklara bakarken bahçede çamaşırları da yıkayım,” diyor ve Gül Ayşe’yi harmana eşine yemek götürmesi için evden uzaklaştırıyor. Bayram’la küçük kızı yanına alıp bahçeye giren Filik bir anda ne yaptığını bilmezcesine küçük kızı kaynayan suyun içine atıveriyor. Olay gözlerinin önünde gerçekleşen bayram çığlık atmaya başlayınca Bayram’ın sesini duyan Gül Ayşe panik içerisinde bahçeye doğru koşarak gelir. Aman Allah’ım bir de ne görsün kızını o küçük yavrucağı kaynayan kazanın içinde sanki tavuk gibi pişmiş bir halde bulan Gül Ayşe, şok geçirerek oracıkta aklını kaybedip deli divane oluyor.
Bu olayın üzerine daha altı yaşlarında olan Bayram da aklını kaybediyor. Yarı akıllı yarı deli halinde hayatına devam eden Bayram, bu olayı hiç mi hiç unutamıyor. Filik ise yaptığının farkında bile değildi. O da bir çare divane gibi yılların verdiği pişmanlıkla hayatını ezik bir acı ile devam ettirirken, Gül Ayşe kendini dağlara vuruyor, ne söz dinliyor ne laf anlıyor, deli olmuştu. Artık evet deli diyorlardı Gül Ayşe’ye ve o günkü olaydan sonra laf söz dinlemeyen Gül Ayşe’nin lakabı AŞGÜLÜ olarak kalmıştı.
Olayın üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala Aşgülü’nün adı geçmektedir. Aile ve akrabalar arasında kim söz dinlemezse hemen “Aşgülü yine söz tutmaz” deniliyor ama bilmiyorlar ki Aşgülü’nün yaşadığı evlat acısını, gözlerinin önünde pişen evladının matemini ve Aşgülü dilden dile dolaşıp günümüze kadar söylenir hale geliyor. Makamı cennet olsun. Mevla’m taksiratını artırsın. Filik’in de günahlarını affetsin diyoruz ve bu hikâyeyi yapmış olduğum kısa bir araştırmadan sonra sizlerle paylaşmak istedim.
(Kaynak kişi: RABİA TAŞDEMİR, FİLİZ İLE AYŞEGÜL’ÜN ÖYKÜSÜ)
***
Evet, değerli okurlar, layın aslını okuyan birçok izleyici, yaşamından örnekler vererek Aşgülü olayını doğrulamışlardır. Aşağıda bu örneklerden bir kaçını sizlerle paylaşmak isterim.
***
ŞÜKRİYE ATAK, AŞGÜLÜ hakkında şu bilgileri verdi: Ayşe Küçük, Baba adı; Mustafa, Anne adı Şemsi. Ayşe, Aslan, Osman, Güllü, İrep ve Zehra altı kardeşten biri olup Yukarı Çiftlikte büyür. Zamanında yapmış olduğu evlilikten iki çocuğu Bayram ve Mahmure olduktan sonra evliliği uzun sürmez.
Köyümüzün güzel kızı, komşu köyümüz olan Molla Osmanlar köyüne gelin gitmiş. O evliliğinden bir oğlu olmuş. Altı yıl sonrada Mahmure adlı bir kızı olmuş. Mahmure henüz altı aylıkken köyü eşkıyalar basmış. O sırada nasılsa yanan tandıra düşen Mahmure yanarak ölmüş. Ayşe hala bunun acısına dayanamayarak ruh sağlığını yitirmiş.
Sakıp Akdoğan: 1960 yıllarında Kaman Ortaokulunda okurken Yeni mahallede oturduk. Aşgülü adı Kaman’da çok konuşulurdu. Bir gün oturduğumuz evin kapısına hızlıca vurdular. Çok korktuk. Komşular kapıya vuranın Aşgülü olduğunu söylediler. Çocuğunu kaynar kazanda haşlandığını görünce, normal iken deli olmuş. Aşgülüye rahmet diliyorum.
Celalettin Küçük: Benim halamdı. Allah rahmet eylesin. Bu hikâyeyi kazan olarak değil de tandır olarak biliyorum. Dedem anlatırdı.
Elvan Akay Yıldırım: Allah rahmet eylesin. Annemin akrabası idi.
Yakup Yazar: Aşgülü babam tarafından akraba olduğunu bilirim.
Gül Özdemir: Rahmetli amcam, babam Aşgülü derlerdi. Öykülerini bilmiyordum, okudum çok duygulandım.
Rıfat Yılmaz: Bölük pörçük olan Aşgülü öyküsü toparlandı. Emeği geçenlere teşekkürler.
29.03 2023 Çarşamba
Mümtaz BOYACIOĞLU
